Dün bir belgeselde, enkaz haline gelmiş bir okulun önünde duran küçük bir çocuğu izledim.Elinde kırık bir kalem tutuyordu, sanki dersine kaldığı yerden devam etmek ister gibiydi. Kameraya bakmıyordu; ama yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu: korku, şaşkınlık ve o çocuk yaşına rağmen taşıdığı bir mahcubiyet. Gözleri hâlâ umut arıyordu. İSavaşın gerçek yüzü tanklar, tüfekler ya da haritalar değil; o çocuğun gözleriydi. Savaş, çocuklar için sadece bir kavram değildir. O, oynanamamış oyunlar, yarıda bırakılmış cümleler, bir daha hiç duyulamayacak ninniler demektir. Annesinin elini sımsıkı tutarken bile güvende hissedememektir. Her patlamada biraz daha büyümek, biraz daha susmak zorunda kalmaktır. Bir çocuğun hayatında savaş; yarıda kalmış masallar, yarım kalan oyunlardır. Annesinin gözyaşlarını gizlemeye çalıştığı bir akşam sofrası, babasının "birazdan dönerim" diyerek sonsuza dek gidişidir. Savaş, çocuk için sadece bir tehlike değil, anlamlandıramadığı bir karmaşadır. "Neden biz?" diye sorar içten içe, cevapsız kalan sorularla büyür. Okul sıraları yerine sığınak taşlarına oturan çocuklar vardır bu dünyada. Kalem tutması gereken parmaklar, bir tas çorba için sıra beklemeye alışır. Renkli balonlar hayallerinden birer birer sönerken, gökyüzüne değil sirenlere bakarak büyürler. Oysa barış zamanında doğmuş her çocuk, umutla doğar. Gelecek hayalleriyle süslenmiş bir yaşam onların da hakkıdır. Savaşlar geçicidir; ama çocukların ruhunda açtığı yaralar kalıcıdır. Onlar konuşmaz, anlatmaz, sadece susar. Ve biz biliriz ki en derin acılar, sessizlikle yankılanır. Bu sessizlikte bir çocuğun çığlığını duymak zorundayız. Her kurşun, bir çocuğun hayal dünyasından bir parça koparıyor. Her bombada bir çocuk masumiyetini yitiriyor. Bu sessiz çığlıklar artık duyulmalı. Ama artık yeter! Biz ne zaman bu kadar duyarsız olduk? Ne zaman çocukların çığlıklarını uzaktan izleyip, kanalı değiştirmek normal geldi bize? Dünyanın bir köşesinde bir çocuk ağlıyorsa, bizler için huzur yoktur! Bu çocuklar bizim geleceğimiz. Ama biz, onları bugün de yalnız bırakıyoruz. Her biri bizim çocuğumuz olabilirdi. Kendi evladımızı korumak için yapacağımız her şeyi, onların da hakkı için yapmalıyız. Sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Artık dur demeliyiz. Barış yalnızca bir kelime olmamalı; her sabah okula gidebilen çocukların gülüşü, güvenle uyuyabildikleri bir gece olmalı. Bu dünyada bir çocuğun daha ağlamasına seyirci kalamayız. Bu yük hepimizin vicdanında. Dünya liderlerine, karar alıcılara, hatta sıradan vatandaşlara: Savaşlar sizlerin masasında planlanıyor ama çocukların yüreğinde patlıyor. Barış istemek zayıflık değil, insanlıktır! Eğer bu çağrıyı duymazsanız, yarın utançla yüzleşeceğiniz bir bugünü inşa etmiş olursunuz. Bir top, bir kalem, bir düş kırığı, Çantasız giden yollar… Çocuklar, oyun değil savaş öğrendi, Biz sustukça, umutlar ağlar.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Nur Tezer
Savaşın Sessiz Tanıkları Çocuklar
Dün bir belgeselde, enkaz haline gelmiş bir okulun önünde duran küçük bir çocuğu izledim.Elinde kırık bir kalem tutuyordu, sanki dersine kaldığı yerden devam etmek ister gibiydi. Kameraya bakmıyordu; ama yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu: korku, şaşkınlık ve o çocuk yaşına rağmen taşıdığı bir mahcubiyet. Gözleri hâlâ umut arıyordu. İSavaşın gerçek yüzü tanklar, tüfekler ya da haritalar değil; o çocuğun gözleriydi. Savaş, çocuklar için sadece bir kavram değildir. O, oynanamamış oyunlar, yarıda bırakılmış cümleler, bir daha hiç duyulamayacak ninniler demektir. Annesinin elini sımsıkı tutarken bile güvende hissedememektir. Her patlamada biraz daha büyümek, biraz daha susmak zorunda kalmaktır. Bir çocuğun hayatında savaş; yarıda kalmış masallar, yarım kalan oyunlardır. Annesinin gözyaşlarını gizlemeye çalıştığı bir akşam sofrası, babasının "birazdan dönerim" diyerek sonsuza dek gidişidir. Savaş, çocuk için sadece bir tehlike değil, anlamlandıramadığı bir karmaşadır. "Neden biz?" diye sorar içten içe, cevapsız kalan sorularla büyür. Okul sıraları yerine sığınak taşlarına oturan çocuklar vardır bu dünyada. Kalem tutması gereken parmaklar, bir tas çorba için sıra beklemeye alışır. Renkli balonlar hayallerinden birer birer sönerken, gökyüzüne değil sirenlere bakarak büyürler. Oysa barış zamanında doğmuş her çocuk, umutla doğar. Gelecek hayalleriyle süslenmiş bir yaşam onların da hakkıdır. Savaşlar geçicidir; ama çocukların ruhunda açtığı yaralar kalıcıdır. Onlar konuşmaz, anlatmaz, sadece susar. Ve biz biliriz ki en derin acılar, sessizlikle yankılanır. Bu sessizlikte bir çocuğun çığlığını duymak zorundayız. Her kurşun, bir çocuğun hayal dünyasından bir parça koparıyor. Her bombada bir çocuk masumiyetini yitiriyor. Bu sessiz çığlıklar artık duyulmalı. Ama artık yeter! Biz ne zaman bu kadar duyarsız olduk? Ne zaman çocukların çığlıklarını uzaktan izleyip, kanalı değiştirmek normal geldi bize? Dünyanın bir köşesinde bir çocuk ağlıyorsa, bizler için huzur yoktur! Bu çocuklar bizim geleceğimiz. Ama biz, onları bugün de yalnız bırakıyoruz. Her biri bizim çocuğumuz olabilirdi. Kendi evladımızı korumak için yapacağımız her şeyi, onların da hakkı için yapmalıyız. Sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Artık dur demeliyiz. Barış yalnızca bir kelime olmamalı; her sabah okula gidebilen çocukların gülüşü, güvenle uyuyabildikleri bir gece olmalı. Bu dünyada bir çocuğun daha ağlamasına seyirci kalamayız. Bu yük hepimizin vicdanında. Dünya liderlerine, karar alıcılara, hatta sıradan vatandaşlara: Savaşlar sizlerin masasında planlanıyor ama çocukların yüreğinde patlıyor. Barış istemek zayıflık değil, insanlıktır! Eğer bu çağrıyı duymazsanız, yarın utançla yüzleşeceğiniz bir bugünü inşa etmiş olursunuz. Bir top, bir kalem, bir düş kırığı, Çantasız giden yollar… Çocuklar, oyun değil savaş öğrendi, Biz sustukça, umutlar ağlar.